Dünyada bulunuş maksadı iyiliğin, hakkın, hakikatin hâkim olması olan, iyiliği emredip kötülüğü menetmek aslî görevleri arasında yer alan mü'minin vazifelerinden biri de, şerre karşı mücadele vermek olacaktır. Deccal devrinde yaşıyorsa, ona karşı mücadelede üzerine düşenleri eksiksiz yapacaktır.
Allah Resûlü (a.s.m.), "Kim üç şeyden kurtulursa kurtuluşa ermiş olur" buyururken, bu üç şeyden birinin de Deccaldan kurtulma olduğunu belirtmiştir.(1)
Deccalın şerrinden nasıl kurtulabiliriz?
Resûl-i Ekrem (a.s.m.), bunları bize bir bir anlatmıştır:
“Eğer (Deccal) ben sizin aranızdayken çıkarsa, sizin adınıza ben ona gâlip gelirim. Şâyet ben aranızda yokken çıkarsa, herkes kendi başının çaresine baksın... Ey Allah'ın kulları ona karşı direnip sebat edin"(2)buyurmuşlardır.
Hadisin İbni Mâce'deki rivayetinde, "Ben ona 'bürhan'larla (delillerle)galebe çalarım" kaydı yer almaktadır. Hiç bir şüphe ve itiraza yer bırakmayacak derecede sağlam ve kesin delile “bürhan” dendiğini biliyoruz. Bu da gösteriyor ki Allah, âhiret, kader gibi îmanla ilgili bütün mukaddesleri inkârı esas alan Deccala maddî kuvvetle değil, mânevî kuvvetle, yani îman hakikatlerini kesin delillerle ispat ederek karşı konulabilir.
İmam-ı Rabbanî Hazretleri geçmiş zâtlara dayanarak, "Mütekelliminden ve ilm-i kelâm ulemâsından birisi gelecek, bütün hakàik-ı îmaniye ve İslâmiyeyi (îman ve İslâm hakikatlerini) delâil-i akliye (aklî deliller) ile kemal-i vuzuh ile ispat edecek"(3) müjdesini vermişti. Deccala karşı da ancak o âlim zâtın ortaya koyduğu böylesi delilli, ispatlı hakikatlerle karşı konulabilir.
Bu “bürhan”lara şiddetle ihtiyaç duyulacaktır. Çünkü Deccal bin senedir İslâmın aleyhinde birikegelmiş şüpheleri, bir anda ümmet-i Muhammed’in önüne atıverecektir. Kafası karışan insanlar, ancak kuvvetli deliller lâzım ki şüphelerden korunabilsinler. Bu da ancak bürhanlarla olur.
Sonra Deccal dinden soyutladığı fikriyatını kabul ettirmek için zor kullanmak, zulmetmek ve sıkıntı vermekten çekinmeyecektir. Bunlara dayanabilmek için de güçlü, yani Kur'ân ve îman hakikatleriyle mücehhez olmak gerekir. Herşeye rağmen istibdadına boyun bükmez, öldürülse de itaat etmez, itaat etse de istemeyerek itaat eder. Ama sonuçta kazanır. Şuâlar'da belirtildiğine gibi, "Büyük Deccalın cebr u ceberût-u mutlakına karşı itaat etmeyen şehit olur ve istemeyerek itaat eden kâfir olmaz, belki günahkâr da olmaz."(4)
Büyük Deccalın vazifesini üstlenmekle iftihar eden komünizme karşı duran, onun baskı ve zulmüne boyun bükmeyen Müslümanlar, eğer bu uğurda ölürlerse elbette ki şehid olurlar. Hattâ ona karşı direnen masum Hıristiyanların da büyük mükâfatlar kazandığını görürüz:
"Ahirzamanda mâdem fetret derecesinde din ve din-i Muhammediye (a.s.m.) bir lâkaydlık perdesi gelmiş. Ve mâdem âhirzamanda Hz. İsa'nın din-i hakîkîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hz. İsa'ya (a.s.m.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet (şehidlik) denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zâlimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet, onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır, diye hakîkatten haber aldım... Eğer o felâketi çekenler, mazlumların imdâdına koşanlar ve istirahat-ı beşeriye için ve esaset-i diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukùk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın mânevî ve uhrevî (ahirete ait) neticesi o kadar büyüktür ki, o musibeti onlar hakkında medar-ı şeref yapar, sevdirir."(5)
Bozgunculuğu, yıkımı esas alan Deccal, yerleşmiş herşeyi bozar, meşrû düzeni alt üst eder. Kendisine karşı duranları ya öldürür, ya zindana atar, ya da pasivize etmeye çalışır. Böyle bir atmosferde dine sahip çıkmanın, dini yaşamanın zorluğu tartışma götürmez. “Hayru’l-ümûri ahmezühâ (Amellerin en faziletlesi en zahmetli olanıdır”(6) sırrınca zorluklar arttığı ölçüde mükâfat da artar.
Herşeye rağmen yapılacak iş zor da olsa hakta sebat edebilmek, tavize girmemektir. Peygamberimiz, "Ey Allah'ın Resûlü! Eğer o zamana yetişirsek ne yapalım?" diye soran Sahabîlerine şu tavsiyeyi yapmıştı:
"Meryem oğlu İsa’nın (a.s.) arkadaşlarının yaptıkları gibi sabır ve tahammül edersiniz. Onlar testere ve bıçkılarla biçildiler, ağaçlara konulup çarmıha gerildiler. Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Allah'a itaat ederek ölmek, Allah'a isyan halinde yaşamaktan daha hayırlıdır."(7)
Önemli olan Deccala karşı îmanla, fikirle direnebilmedir. Bir kimse, herşeyi maddeden ibaret gören, Allah'ın varlığını, birliğini, zerreden küreye kadar herşeydeki hâkimiyet ve tasarrufunu kabul etmeyip kendini tanrı yerine koyan Deccalı Rab tanımayıp, "Kesinlikle bizim Rabbimiz Allah'tır. Biz Ona güveniriz ve Ona yöneliriz, Senin şerrinden de Ona sığınırız" derse, Deccal onu otoritesi altına alamaz.(8)
Deccalla mücadele duruma ve şartlara göre değişebilir. Bu konuda ölçü "kötülüğe önce elle, mümkün değilse dille engel olma, o da mümkün değilse kalble buğzetme" hadis-i şerifi olmalıdır. Onunla mücadelede mü'min elinden geleni yapacaktır. Kötülüklerini hoş görme gibi bir yola asla giremez. Elinden hiçbir şey gelmiyorsa buğz etmekle mükelleftir. Sessiz kalmamalı, ondan kötülük gelmesin diye gerçekleri söylemekten çekinmemelidir.
Rivayete göre Hz. Eyyub'un çetin imtihanın sebeplerinden biri de zalim Firavun'a karşı gerekli îkazı yapmayıp susmasıydı. Oysa Beseniye halkı ona karşı haklarını savunmuş, ağır ifadeler kullanmaktan dahi çekinmemişlerdi. Hz. Eyyub ekinlerini koruma maksadıyla sessiz kalmayı, yumuşak davranmayı tercih etmişti. Oysa zulmüne karşı îkazla, marûfu emretmekle görevliydi.
Firavun önce onu, Şam'daki kıtlık günlerinde, "Bize gel! Bizim yanımızda, senin için bolluk, genişlik vardır" diye davetiyeyle Mısır'a çağırmış, o da bütün malını, mülkünü, çoluğunu çocuğunu alıp Mısır'a gitmişti. Firavun da birkısım imkânlar sağlamıştı.
Birgün onun makamında bulunuyordu. Şuayb Aleyhisselâm içeri girmiş, Firavun'un zulmünü yüzüne haykırarak, "Ey Firavun! Gök halkı, yer halkı, denizler ve dağlar halkı kızınca, Allah'ın da, gazaba geleceğinden korkmaz mısın?" demişti.
Buna karşı Eyyüb Aleyhisselâmın tavrı sadece susmak, sessiz kalmak oldu.Cenab-ı Hak da bunun üzerine, "Ey Eyyub! Sen, Firavun'un ülkesine gittiğin için sustun! İbtilâya hazırlan!" buyurdu.
O ise, "Ben yetimin geçimini üzerime almadım mı? Garibi barındırmadım mı? Açı doyurmadım mı? Dula yardımcı olmağa çalışmadım mı?" dediyse de imtihana tâbî tutulmaktan kurtulamadı.(9)
Görüldüğü gibi birkısım maslahatlara binâen de olsa Deccale sessiz kalmak, yumuşak davranmak büyüklerde bu sonuçları doğurabilmektedir.
Deccalle mücadeleyi terk etme bir yana ona taraftar olma ise şüphesiz daha büyük felâketleri dâvet eder. Kişinin kısa bir süre için dünyası mâmûr olsa da âhireti yıkılır. Kaldı ki dünyada da sıkıntılar, musibetler başından eksik olmaz. Eğer bir yerde umumî mânâda Deccala taraftar olma söz konusuysa, açlık, kıtlık, deprem gibi umumî musibetlere davetiye çıkarılmış olur. Çünkü, "Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle ekser zâtın o zâlim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla mânen iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir."(10)
Görülüyor ki Deccalle mücadele kolay değil. Etkisi büyük, istibdadı şiddetli olan Deccal, şüphesiz kendisiyle mücadeleye kalkanları susturmaya çalışacaktır. Mü’mine düşen ise mücadele duygusunu yitirmemek, gücü yettiğince mücadele edebilmektir. Hiçbir şey yapamıyorsa, ona buğz etmelidir. Mümkün olduğunca ona, cereyanına yaklaşmamalı, câzip fitnelerinden uzak durmalıdır. Konuyla ilgili Resûlullahın tavsiyeleri şöyle:
"Deccalın çıktığını duyduğunuzda ondan uzak durunuz. Çünkü bir adam onu reddetmek niyetiyle yanına gider, fakat yanındaki kalbleri vesveselendiren, aldatan, şüpheye düşüren şeyler sebebiyle ona tâbi olup kalır.”
Diğer bir rivayet de şöyle:
"Deccalın çıktığını duyduğunuzda, mümkün mertebe ona yanaşmayın. Çünkü adam onu mü'min zannederek yanına gider, beraberinde biraz kalır, sonra ondaki şüphelerle ona tâbi olup tuzağına düşer."(11)
Burada Deccala yanaşmaktan maksat, sadece şahsına değil, onun akıl ve kalbleri şaşırtan cereyanına da yaklaşmaktır. Çünkü Deccal ölse de onun sistemi devam eder. Hem de dehşetli bir fitne bırakıp öyle gider.
Bir hadis-i Şerifte, Deccalın bu câzip fitnelerine bulaşmamak için evleri tercih etme tavsiyesi de yer almaktadır. Peygamberimiz, Kıyamet kopmadan önce gece karanlığı parçaları gibi fitneler olacağını, o vakit kişinin mü'min olarak sabaha erip kâfir olarak akşama kavuşucağını, birçok kimsenin azıcık dünyalık karşılığında dinlerini satacağını bildirir. Sahabîler böyle bir zamana ulaştıklarında, "Bize ne emredersiniz?" diye sorduklarında, "Evinizden çıkıp fitneye bulaşmayın" buyurur.(12)
Bütün mesele, onun tuzağına düşmemek, câzip fitnesine kapılmamak için Deccalı iyi tanımak, tedbirli olmak ve üzerine düşen mücadeleyi yapabilmektir.
Ne yazık ki, Deccalı hakkıyla tanımayan insanlar yanlış kanaatlere sahip olabilmekte, ilgisizlik ve bilgisizlikleri sebebiyle Deccalın tuzağına düşebilmektedirler. Aldatıcılık, hîlekârlık ve münafıklığı şiâr edinen meşhur Deccal böylelerini kolayca avlayabilmektedir.
Deccalın inançsızlığını, İslâma savaş açtığını, şu veya bu vesilelerle saldırdığını bildiği halde gönüllü olarak peşine takılanların kendi kendilerini tehlikeye atmış olduklarını bilmem burada söylemeye gerek var mı? Artık onun, iyilikleri de bir işe yaramayacaktır. Evet, Peygamberimizin buyurduğu gibi, Deccala tâbi olana "hiçbir hayırlı ameli fayda vermez."(13)
Deccalin Fitnesinden Sakınmak için Neler Yapılabilir ?
"Şüphesiz ben sizi Deccala karşı uyarıyorum. Hiçbir peygamber yoktur ki, gönderildiği toplumu ona karşı uyarmamış olsun. Nitekim Hz. Nuh da (a.s.) kavmini ona karşı uyarmıştı."(14)
Tehlike ne ölçüde büyükse korunma da o ölçüde önem kazanır. Ona göre uyarılar yapılır, tedbirler alınır. Resûl-i Ekrem de (a.s.m.) yukarıda görüldüğü gibi bu büyük tehlikeye karşı gerekli ikazları yapmıştır.
Onun yaptığı bu ikazlar sebebiyledir ki Sahabe, Deccalı o kadar yakın bir yerde ve her an gelebilecek bir felâket olarak görmüş ve ona karşı gerekli hazırlığını yapmıştı.
Nevvas bin Sem'an, Resûlullahın, bu dehşetli fitneyi nasıl dile getirdiğini şöyle anlatır:
"Resûl-i Ekrem (a.s.m.), bir sabah vakti Deccalı anlattı. Onu o derece alçalttı ve (fitnesini) o derece yükseltti ki, onu hurmalık içinde zannettik."(15)
Deccalın fitnesinden bizzat kendisi Allah'a sığınan Allah Resûlü(16) ümmetine, sıkça yaptığı şu duâyı öğretmişti: "Mesihi'd-Deccal'in fitnesinden Sana sığınırım."(17)
Ayrıca o, namazın son teşehhüdünü bitirdikten sonra şu dört şeyin şerrinden Allah'a sığınmamızı da öğütlemiştir. Bu dört şey: Cehennem azabı, kabir azabı, hayat ve ölüm fitnesi ve Mesihü'd-Deccal'ın şerridir.(18)
Sünnetteki bu duâları mesleğinin esasları arasına alan Bediüzzaman'ın sabah ve akşam namazlarından sonra yaptığı duâlarda Deccalın fitnesinden sakınma da yer alıyordu:
"Allah'ım, bizi Cehennemden muhafaza eyle! Allah'ım, bizi bütün ateşlerden muhafaza eyle! Allah'ım, bizi dinî ve dünyevî fitnelerden muhafaza eyle! Allah'ım, bizi âhirzaman fitnesinden muhafaza eyle! Allah'ım, bizi Mesih-i Deccal ve Süfyan'ın fitnesinden muhafaza eyle! Allah'ım, bizi sapıklıklardan, bid'alardan ve belâlardan muhafaza eyle!"(19)
Resûlullahın Deccalın fitnesinden korunmak için Kehf Sûresinin ilk âyetlerini okuma tavsiyesi de yer almaktadır.
“Yanında bir cennet, bir de cehennemi bulunması yine onun fitnesindendir. Halbuki onun Cehennemi Cennet, Cenneti de Cehennemdir. Kim ateşiyle imtihan edilirse, Allah'tan yardım dileyip Kehf Sûresinin ilk âyetlerini okusun. O zaman ateşi, İbrahim'e (a.s.) karşı olduğu gibi, soğuk ve selâmetlik oluverir."(20)
Ayrıca Deccalın şerrinden korunma noktasında, “Kehf Sûresini okuyan Deccal'ın fitnesinden korunmuş olur”(21) rivayeti yanında “son âyetlerini okuyan,”(22) “ilk on âyetini ezberleyen korunmuş olur”(23) şeklinde rivayetler de vardır.
Acaba bu sûrenin okunmasında ne gibi hikmetler olabilir?
Bu sûrede Cenab-ı Hak, zât ve sıfatlarıyla tanıtılmakta, Onun yardımıyla Ashab-ı Kehf'in, zamanın zâlim hükümdarı Dakyanus'un şerrinden kurtuluşları anlatılmaktadır. Deccal'ın şerrinden de yine Cenab-ı Hakkın inayetiyle kurtulunabilir. İşte bu sûre mü'minlere bu güvenceyi vermektedir. Bu sûrenin Resûlullah zamanından beri Cuma günleri camilerde okunmasının önemli bir hikmeti de Deccalın şerrinden Allah'a sığınmak içindir.
Muhammed el-Hicazî (öl. 1625), Deccalın fitnesine karşı Kehf Sûresini okuma tavsiyesini değerlendirirken, ona ancak Kur'ânla karşı çıkılabileceğini söyler ve sırrını şöyle açıklar:
"Deccala karşı kuvvetli olan Kur'ân ile kuvvetlidir."(24)
Kur’ân’ı iyi bilen, kalb ve aklını onun kutsî hakikatleriyle dolduran kişiye Deccalın hile, şüphe ve vesveselerinin hiçbir etkisi olamaz.
-----------------------------------
1. Müsned, 4:110.
2. Müslim, Fiten: 20.
3. Nursî, Şuâlar, s. 152.
4. A.g.e., s. 504.
5. Nursî, Kastamonu Lâhikası, s. 79-80.
6. el-Aclunî, İsmail Muhammed, Keşfü’l-Hafâ ve Müzîlü’l-Elbas (Beyrut: Daru İhyâü’t-Türasi’l-Arabî, 1351), 1:155.
7. Şâranî, Ölüm-Kıyamet-Âhiret ve Âhirzaman Alâmetleri, s. 380.
8. Müsned, 5:372.
9. İbni Asakir, Tarih-i Dımeşk, 3:194-195; İbni Esir, el-Kâmil, I-13 (Beyrut: 1385/1965), 1:129-130.
10. Nursî, Sözler, s. 158.
11. Ebû Davud, Melahim: 14.
12. Tirmizî, Fiten: 30 (H. 2196).
13. Müsned, 5:16.
14. Ebû Davud, Sünne: 25; Tirmizî, Kitabü'l-Fiten: 56, 62.
15. Müslim, Fiten: 110.
16. Buharî, Fiten: 26; Müsned, 2:201, 233; 6:139-140.
17. Tirmizî, Daavat: 77.
18. Müslim, Salât: 128.
19. Nursî, Namaz Tesbihatı, s. 30.
20. İbni Mâce, Fiten: 36; Ebû Davud, Kitabü'l-Melahim (Deccal'ın Çıkışı babı) (4:117).
21. Ebû Davud, Melahim: 14.
22. Müsned, 2:446.
23. Müsned, 2:449.
24. el-Hıcazî, Muhammed bin Muhammed bin Abdillah el-Hicazî el-Vâiz, Sevâü's-Sırat fî Zikri’s-Sâati ve’l-Eşrât (Mısır: Daru’l-Kütübi’l-Mısriyye, Gaybiyat Teymür, nr. 26), vr. 251, 268.
NOT: Risale-i Nur yayıncısı Said-i Nursi bir kesim insanlar tarafından muteber din adamı, bir kesim insanlar tarafından İngiliz casusu olarak görülen bir şahsiyettir. Atatürk'e karşı ama İngiliz Dostları Derneği'ne yakın olduğu söylenir. Yazdığı eserlerden kendi düşünceleri hakkında bilgiler edinebilirsiniz. Eserlerin anlatım tarzı etkileyici olmasına karşın bazı kısımları kafa karıştırıcı ve milli değerlerimize aykırıdır. Bazıları "din söz konusu olduğunda milli değerler diye bir şey olmaz" dese de İslam "İslam'a aykırı olmadığı sürece her millet kendi geleneğini, göreneğini, örfünü, adetini ve töresini yaşamakta özgürdür" der. Yani İslam, milli değerler için bir kısıtlama yapmaz. Kuran'da Allah "Biz insanları kavimler (milletler) olarak yarattık, sonra birbirlerini tanısınlar diye salıverdik" buyuruyor. Yani Allah çeşitliliği seviyor. Öyle olmasa bile bir küçük sineğin bin türünü yaratmazdı. Siyasal İslamcılar, İngilizler ve Arap milliyetçileri Türklerin değerlerini ortadan kaldırmak için sinsi planlarını uyguluyorlar. İngiliz sevicileri "keşke Kurtuluş Savaşı'nda Yunan kazansaydı" bile dediler. Hatta "Kurtuluş Savaşı olmadı" demeye kadar bile götürdüler. Türklere "Türkiye Halkı" diyorlar. Said-i Nursi'ye kötü diyemem ama iyi de diyemem. O yüzden Risale-i Nur'a ihtiyatlı yaklaşıyorum. Siz de böyle yapabilirsiniz. Yazının Risale'den alınan kısımlarını atmadım ancak Risale'den alınan kısımlar yazının ahengini ve gücünü bozuyor. Bunu da söyleyeyim. Bir insan bile isteye küfre yönelirse kafir olmayabilir ancak günahkar olur. Deccal'e korkusundan itaat eden kişi aşırılığa ve zorbalığa kaçmadığı sürece günahkar da olmaz. Ancak aşırılığa ve zorbalığa kaçarsa hem kafir ve hem de günahkar olur. O yüzden amellerin niyetlere göre değerlendirildiğini unutmayın. "Nasıl olsa günah ta değil" diyerek Deccal'a tabi olur, onun emirlerini yerine getirir, insanlara ya da doğaya zarar verir, dünyanın düzenini bozucu eylemler yaparsanız siz de Deccal gibisiniz demektir; hem kafir ve hem de büyük günahkar olursunuz. İşi keyfiyete bırakmak insanı cehenneme götürür.
KEHF SURESİ, 1-10. AYETLER..
1. HAMD, KULUNA KİTAB’I (KUR’AN’I) İNDİREN VE ONDA HİÇBİR EĞRİLİK YAPMAYAN ALLAH’A MAHSUSTUR.
2, 3, 4. (ALLAH ONU), KATINDAN GELECEK ŞİDDETLİ BİR AZAP İLE (İNANMAYANLARI) UYARMAK, SALİH AMELLER İŞLEYEN MÜ’MİNLERİ, İÇLERİNDE EBEDİ OLARAK KALACAKLARI GÜZEL BİR MÜKÂFAT (CENNET) İLE MÜJDELEMEK VE “ALLAH BİR ÇOCUK EDİNDİ” DİYENLERİ DE UYARMAK İÇİN DOSDOĞRU BİR KİTAP KILDI.
5. BU KONUDA NE KENDİLERİNİN, NE DE ATALARININ HİÇBİR BİLGİSİ YOKTUR. NE BÜYÜK BİR SÖZ (BU) AĞIZLARINDAN ÇIKAN! ONLAR ANCAK YALAN SÖYLÜYORLAR.
6. DEMEK SEN, BU SÖZE (KUR’AN’A) İNANMAZLARSA, ARKALARINDAN ÜZÜLEREK ÂDETA KENDİNİ TÜKETECEKSİN!
7. İNSANLARIN HANGİSİNİN DAHA GÜZEL AMEL YAPTIĞINI DENEYELİM DİYE ŞÜPHESİZ BİZ YERYÜZÜNDEKİ ŞEYLERİ ONA BİR ZİNET YAPTIK.
8. BİZ, ELBETTE (ZAMANI GELİNCE) YERYÜZÜNDEKİ HER ŞEYİ BİR KURU TOPRAK HALİNE…
Resûl-i Ekrem (a.s.m.), bunları bize bir bir anlatmıştır:
“Eğer (Deccal) ben sizin aranızdayken çıkarsa, sizin adınıza ben ona gâlip gelirim. Şâyet ben aranızda yokken çıkarsa, herkes kendi başının çaresine baksın... Ey Allah'ın kulları ona karşı direnip sebat edin" buyurmuşlardır. Müslim, Fiten: 20.
Hadisin İbni Mâce'deki rivayetinde, "Ben ona 'bürhan'larla (delillerle)galebe çalarım" kaydı yer almaktadır. Hiç bir şüphe ve itiraza yer bırakmayacak derecede sağlam ve kesin delile “bürhan” dendiğini biliyoruz. Bu da gösteriyor ki Allah, âhiret, kader gibi îmanla ilgili bütün mukaddesleri inkârı esas alan Deccala maddî kuvvetle değil, mânevî kuvvetle, yani îman hakikatlerini kesin delillerle ispat ederek karşı konulabilir. İmam-ı Rabbanî Hazretleri geçmiş zâtlara dayanarak, "Mütekelliminden ve ilm-i kelâm ulemâsından birisi gelecek, bütün hakàik-ı îmaniye ve İslâmiyeyi (îman ve İslâm…
"Meryem oğlu İsa’nın (a.s.) arkadaşlarının yaptıkları gibi sabır ve tahammül edersiniz. Onlar testere ve bıçkılarla biçildiler, ağaçlara konulup çarmıha gerildiler. Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Allah'a itaat ederek ölmek, Allah'a isyan halinde yaşamaktan daha hayırlıdır." Şâranî, Ölüm-Kıyamet-Âhiret ve Âhirzaman Alâmetleri, s. 380.
"Deccalın çıktığını duyduğunuzda, mümkün mertebe ona yanaşmayın. Çünkü adam onu mü'min zannederek yanına gider, beraberinde biraz kalır, sonra ondaki şüphelerle ona tâbi olup tuzağına düşer." Ebû Davud, Melahim: 14.
"Şüphesiz ben sizi Deccala karşı uyarıyorum. Hiçbir peygamber yoktur ki, gönderildiği toplumu ona karşı uyarmamış olsun. Nitekim Hz. Nuh da (a.s.) kavmini ona karşı uyarmıştı." Ebû Davud, Sünne: 25; Tirmizî, Kitabü'l-Fiten: 56, 62.